Bu Blogda Ara

2 Mart 2012 Cuma

Ediz Bey'e Selam, Chick Corea'ya devam !

Ediz Bey'e Selam, Chick Corea'ya devam !

   Eğer benim gibi, müzik hayatınızın en önemli vazgeçilmezi ise, sevdiğiniz melodileri duymadan rahat edemiyorsanız, evinizde gün içinde sürekli olarak müzik çalmadığı zaman rahatsız oluyorsanız ve sevdiğiniz melodiler çalarken normal bir insana oranla çok fazla heyecan duyuyorsanız; hayatınıza bakıp müzik serüveniniz ile ilgili hatıraları tazelediğiniz zaman, birçoğunun sizin için çok ayrı bir yerinin olduğu gerçeğini görebilirsiniz. Bu hatıralar, bir şekilde hayatınıza yön vermiş, sizi bugün bulunduğunuz noktaya getirmiş, müzikal tat alma duyularınızı şekillendirmiştir ve bu etkilerle beraber yoğurularak, her ne kıvamdaysa şu an sahip olduğunuz hamuru oluşturmuşsunuzdur. Benim de hayatımda bu şekilde birçok anım var elbette. Bazıları komik ve eğlenceli, bazıları biraz utandıracak cinsten ve bazıları duygusal. Ancak hepsi şu an sahip olduğum müzikal tat alma duyusunun inşa sürecine konulmuş birer tuğla. Böyle bir binayı inşa ettikten sonra da, o tuğlaların her biri ziyadesi ile önemli oluyor. Birini yerinden çekecek olsak, üzerine kaç tane daha tuğlanın yıkılacağını tahmin etmek dahi zor.

   Bir önceki yazımda, çocukluğumda ilk kez caz müziğe yönelmeme neden olan, keyifli ve tesadüfi bir anımı paylaşmıştım. Bu sefer, daha sonraki yıllarda başımdan geçen bir olayın, nasıl farklı melodilerle tanışmama neden olduğundan bahsedeceğim. Ortaokul diyorduk o zamanlar, ilkokuldan sonra başlardı ve üç sene sürerdi. Şimdi farklı bir eğitim sistemi ile ilköğretime dahil oldu. Ben ilkokulu bitirirken, anadolu lisesi sınavları denilen yarışa dahil olup, Vefa Anadolu Lisesi'nde okumaya hak kazandım. Orta kısmın başından, lisenin sonuna kadar süren yedi yıllık bir eğitim süreciydi bu.  Biraz bunaltıcı olan sürekli İngilizce hızlandırılmış programından bizi az çok kurtaran nadide saatlerdi, o meşhur öğrencinin kaçış saatleri, yani, resim-beden eğitimi-müzik dersleri. Saati gelse de biraz da eğlensek diye beklerdik. Lise döneminde beden eğitimi dersi için daha elverişli hale gelsem de, orta kısmın ilk yıllarında, kısa boyum ve fazla kilolarım beni beden eğitiminden zevk almayan bir yapıya büründürüyordu. Resim ve müzik dersleri ise sevdiğim derslerdi. Özellikle de müzik. Tabi ki, o hepimizin kabus gibi hatırladığı, ağız kısmı ile beraber dört parçadan oluşan ve neden çaldığımızı bile asla bilemediğimiz blok flütün cazibesi değildi bu. Aynı zamanda hazırlık sınıflarının müdür yardımcılığı görevini de yapan Fatma Çeviker hanımefendi giriyordu derslerimize ve çocukluğum boyunca "mainstream" caza karşı bir ilgim olsa da, benim de popüler tarzları dinleme isteğimi tatmin ettiğim "Elvis Presley", "Beatles", ve "Frank Sinatra" gibi isimlere fazlaca ilgisi vardı. O yıllarda analog kasetler modaydı ve ben de bu kasetlerden biriktiriyordum. Okula getirdiklerimi Fatma Hanım'a verirdim ve o da istirahat saatlerinde, okulun bahçe ses sisteminde çalardı.

   Yabancı dil eğitimi, duysal ve görsel olması gereken bir eğitim olduğundan dolayı, tüm öğrencilerin o zamanlar çok meşhur olan bir "walkman" edinmesi istenilmişti. Müziğe olan ilgimden midir bilinmez, o yıllar için kalburüstü sayılabilecek, dışa dönük ses verebilen ve kendi üzerinde ses ayarlama sistemi bulunan güzel de bir walkman almıştım. Bizim için çok pahalı olduğunu halen hatırlayabiliyorum. Bu walkman sürekli yanımızda bulunduğundan, ben de okula elimde kasetlerle gider olmuştum. Boş bulduğum anlarda okulda da müzik dinleme zevkine kavuşmak, oldukça keyifliydi.

   Hazırlık sınıfı bitip, birinci sınıfa geçtiğimiz yıl, okula yeni bir müzik öğretmeni tayin oldu. Yeni mezun olmuş ve ilk görev yerine atanmış olan Ediz Yücel Bey. Çok genç olduğu için öğrenci zannedenlerimiz bile olmuştu ilk zamanlar. Çok fazla samimiyet geliştiremememize rağmen, bir gün, tesadüf bu ya, benim eve gelirken bindiğim servis güzergahında bir işi çıkmış olacak ki, bizim servis aracımıza bindi. Yine tesadüf bu ya, tam da yanıma denk gelip oturdu. Benim için hava hoştu ve her zaman yaptığımdan farklı birşey yapmadım. Kulaklıklarımı takıp çantamdan yine babamın kayıt ettirdiği kasetlerden birini çıkarttım. Üzerinde sadece caz yazıyordu, bunu net hatırlayabiliyorum. Dinlerken, Ediz Bey işaret etti, ne dinlediğimi sordu. Ben de kulaklığı verdim kendisine. Bir süre dinledikten sonra, bana şaşkın şaşkın baktı. Sanırım güncel ve popüler birşeyler beklerken, 12-13 yaşlarında bir öğrencinin "swing" dinliyor olmasına şaşırmıştı. Biraz konuştuktan sonra, bana, "Chick Corea" ve "Al Di Meola" ile ilgili araştırma yapmamı söyledi. O güne dek hiç modern caz dinlememiş, ne olduğunu dahi bilmemiştim. İsimler bana yabancıydı. Yine de not aldım ve araştıracağımı söyledim.

   Vefa Lisesi'nde okumanın üç keyifli yanı vardır. Bir tarafı Reşat Nuri Sahnesi, diğer tarafı Vefa Bozacısı ve son olarak da, o zamanın müzik dünyasının kalbinin attığı İMÇ 6. blok, kasetçiler çarşısı. Dilediğiniz albümü kolaylıkla bulabildiğiniz ve piyasadan çok daha ucuza alabildiğiniz bu çarşı da, benim klasik uğrak noktalarımdan biri olmuştu o yıllarda. Hemen ertesi gün soluğu orda aldım. Nedendir bilinmez, aklımda Chick Corea kalmıştı ve düşünmeden iki albümünü aldım. Hala hatırlıyorum, biri "Elektric Band - Inside Out" ve diğeri "Akoustic Band". Keşke ilk dinleme tercihim Inside Out olmasaymış derim hala. Çünkü genç bir mainstream caz dinleyicisi olarak, değişik serüvenlere hazır değilmişim henüz. Ediz Bey'e muhtemelen övgü dolu birkaç şey söyleyip konuyu kapatsam da, hiç hoşlanamamıştım o zamanlar dinlediğim müzikten. Hal böyle olunca, Al Di Meola zaten benim için denemeye değer bile olmamıştı. Aynı şekilde hoşlanamayacağımı düşünerek, bir albümünü almaya bile yeltenmedim. İroni kendini yıllar sonra gösterdi. Yaptığı müziği caz olarak bile nitelendirmememe rağmen, Al Di Meola, ilerki yıllarda vazgeçemediğim hemen hemen tek isim haline geldi. Şu an bakarak, o yaşlarda Al Di Meola'nın müziğine alışmanın ve ritim karmaşasının içinde kaybolmadan yolumu bulmanın çok da kolay olmadığını farketsem de, keşke biraz daha sabretseymişim diyorum. Al Di Meola ile ilgili çok eğlenceli bir hikayemi daha sonra başka bir yazı ile paylaşacağım.

   Chick Corea ve müziği ise, hayatıma çok daha geç girdi. Yıllarca inatlaştım Chick Corea ile, çocukluğumdan kalma kötü bir hatıra yüzünden. İlk olarak Chick Corea dinlemeye başlamam ise, bir arkadaşımın bana tesadüfen dinlettiği bir gitar ikilisi yüzünden olmuştur. "John McLaughlin" ve "Paco De Lucia" ikilisi, Chick Corea denilince sanırım akla ilk gelen şarkı olabilecek "Spain" ile muhteşem bir emprovize solo kapışmasına girişmişlerdi. Armoni çok hoşuma gidince daha fazla araştırmaya başladım Chick Corea'yı ve yıllar önceki mahrumiyetin telafisi de bu şekilde yer buldu hayatımda.

   Şimdi, oldukça heyecanlı bir Chick Corea dinleyicisi olarak, yine oldukça heyecanlı bir albüm ile tanıştım geçenlerde. Benim gibi, klasik müziği güzel, dinlendirici ama hareketsiz ve eğlenceden uzak bulanlar için ideal olabilecek bir albüm. "The Continents - Concerto for Jazz Quintet and Chamber Orchestra". Henüz geçtiğimiz ay piyasaya sürülmüş olmasına rağmen, premier 2011 yazının başında, Viyana'da verilmiş. Canlı şahit olanlar çok keyif almış, okuduğum ve anladığım kadarı ile. Ben dinlerken tarifsiz keyif aldım. Gerçekten çok güçlü bir piyano Chick Corea ve bu albümle bekleneni vermenin çok ötesine gitmiş. Her zevke hitap edebilecek bir albüm çıkartmış ortaya. Chick Corea'nın virtüöz yeteneğini dinlemek isteyenlerin de bulacağı lezzetler var, caz müziği orkestra eşliğinde ve klasik müzik şatafatı ile dinlemek isteyenlerin de çok hoşuna gidecek melodiler var. Ben albüme çok fazla klasik müzik ve caz flörtü gözü ile bakamadım, zira eğer öyle bakarsak caz oldukça maço ve dominant bir kavalye gibi duruyor. Daha ziyade, klasik müzik orkestrasyonu içerisinde çok güzel bir caz albümü olmuş diyebilirim.

   İki diskten oluşan albümün özellikle birincisinde tema çok keyifli: kıtalar. Her kıtanın adına bir senfoni var diyebiliriz. Dinledikçe lezzeti çıkacak parçalar olmasına rağmen, baştan söyleyebileceğim birkaç şey var. Africa, dinlerken arka planda etnik vuruşları çok hafif tonda yakalayabildiğiniz harika bir atmosfer. America, başından sonuna ritm ile başka bir dünyaya yolculuk gibi. Europe, flüt sesini duyunca, "evet, bu Chick Corea" diyebileceğiniz bir parça. Asia için bir tek şey söyleyebiliyorum, caz sizde de aşırı heyecan yaratıyorsa, hele ki piyano sololarına doyamıyorsanız ve kalbiniz çok sağlam değilse, alıştırarak dinleyin. Chick Corea ciddi bir resital veriyor. İkinci kısım yine tamamen çok keyifli ancak, Just Friends tek başına bir albümlük ilgiyi hakediyor diyebilirim. Aşağıda Chick Corea resmi sitesinin bir bağlantısı, CD almak isteyecekler için resmi sitesinde verilen satış bağlantısı, yapımcı firma Deutsche Grammophon tarafından albüm için yapılan web sitesinin bağlantısı  ve YouTube üzerinden izlenebilecek bir tanıtım videosu için bağlantının yanısıra, albümün içerdiği parçaları veriyorum. Benim yorumum; harika bir albüm. Burdan görüp dinleyenin hayır duasını alacağımdan eminim. Ben de, yıllar önce Chick Corea ile beni tanıştıran sevgili müzik öğretmenim Ediz Bey'i selamlıyor, bu keyifli albümü dinlerken tekrar hatırlıyorum.

The Continents - Concerto for Jazz Quintet and Chamber Orchestra



CD - 1

1- Africa - 8:22
2- Europe - 20:28
3- Australia - 6:26
4- America - 12:32
5- Asia - 11:09
6- Antarctica - 12:45

CD - 2

1- Lotus Blossom - 14:30
2- Blue Bossa - 6:19
3- What's this ? - 5:14
4- Just Friends - 9:15
5- Solo Continuum 31 - 1:05
6- Solo Continuum 42 - 2:05
7- Solo Continuum 53 - 1:15
8- Solo Continuum 64 - 2:45
9- Solo Continuum 75 - 7:24
10- Solo Continuum 86 - 2:52
11- Solo Continuum 97 - 1:27
12- Solo Continuum 108 - 2:56
13- Solo Continuum 119 - 3:10
14- Solo Continuum 1310 - 3:46
15- Solo Continuum 1411 - 3:29

Chick Corea: The Continents (Trailer)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder