Bu Blogda Ara

12 Aralık 2012 Çarşamba

Caz tarih mi oldu ?

     Eskiden caz hayatın içerisindeydi, öyle hatırlıyorum. Çocukluğumda, her yerden fırlardı caz bir şekilde. Ama programlardan, ama filmlerden, ama radyo yayınlarından olmadı yarışma programlarında jeneriklerden...  Şimdilerde ise küçük bir kuple caz tınısı duyunca, şaşırıp dikkat kesiliyoruz, hangi dağda kurt öldü acaba diyerek. Sanırım 1970'lerden sonra asla eski popülerliğine dönememiştir caz ama yine de rahatsız da etmeyen müzikler arasındaydı en azından. Duyduğu zaman insanlar, keyifle dinlerlerdi bir şarkı olsun. Tahammülsüz kaçışlar olmazdı demek istiyorum. "Frank Sinatra", "Nat King Cole" gibi devler bile, caz yelpazesine girmezdi de, popüler baladcılar olarak anılırlardı. Caz değildi yaptıkları çoğuna göre ama devlerdi işte. Ve caz'dan çokça haz etmeyen insanlar bile, en azından bu baladcıların şarkılarını sever, onlar çıktığı zaman televizyonda veya radyoda, mutlu olurlardı. Ne güzel dertlerimiz varmış değil mi ? Tartışılan şey, "dev isimlerin yaptığı müzik caz mıdır yoksa daha popüler romantizm akımı mıdır ?" şeklinde... Şimdilerde ise, caz yok oldu dediğim gibi. Silindi hem televizyonlardan, hem radyolardan. Israrla caz çalan radyolar ise dinlenmez oldu. Münferiten halen caz programı sunan, bu işe gönül vermiş insanlar tabi ki var ancak ulaşabildikleri kitle çok az. 



     İki ayrı pencereden bakmak lazım bu olaya da aslında. Evet bugün caz'ın köşesinden bile teğet geçen insanlar çok az ancak o azınlık kitle de daha bilinçli bir dinleyici kitlesi. Taban bir kitle yani. Farkındalık ile caz dinleyen bir kitle. Eskiden sahip olduğumuz daha geniş yelpazede belki bu tarz bir kitle daha bile azınlıktaydı. Güzel melodi diyerek dinliyorlardı belki, belki de sırf senelerce aynı ezgi kulaklarını doldurunca alışkanlık halinde ayak uyduruyorlardı çalan müziğe. Bu da diğer penceresi. 

     Ben her ne olursa olsun, toplumun geneline hitap edebilen bir caz anlayışı taraftarıyım. Yani demiyorum ki, toplum külliyen caz dinlesin. Nihayetinde caz popüler bir tarz değildir günümüzde ve kitlelere hitap etmesi de pek olanaklı değildir. Dünyanın hiçbir yerinde de öyle aman aman kitlesel hareketlere gebe değil artık caz.  Ama diyorum ki, toplum caz müziği sindirebilsin. Duyduğu zaman "bu da ne yahu !" tepkileri vermesin. Kaçmasın, saklanmasın, kanalı değiştirmesin veya sustur şunu demesin. Bunları düşünürken, aslında ilk aklımıza gelmesi gereken ve üzerinde durulması zorunlu olan konu, bu değişimin nasıl oluştuğu. Neden böyle olduğu. Neden insanların, geçmişin tatlı bir tınısıdır, zariftir ve keyiflidir bile diyemediği ve imtina ettiği, uzaklaştığı bir şekle büründü caz Türkiye'de ?

     Cevapların "bence" kısmı basit aslında. Ben de o "benceleri" sıralamak için sarıldım bu yazıya. Nereden başlayalım ? Kıvranıyordum şu yazıya başladığım dakikalarda, açılışını bir Teoman Baber fotoğrafı ile yapmak için... Benim hatıralarımın en eskisi o çünkü... Daha önce de "Take Five" başlıklı yazımda anlattığım hikaye gereği de ayrıca bir sempatim var bu isme. Ancak koskoca internet çöplüğü üzerinde bir fotoğrafını bulmak mümkün oldu, o da oldukça küçük ve düşük çözünürlüklü. Yaptığı programı hatırlamak için araştırayım dedim, o da imkanlar dahilinde değil. "google" amca inatla bana başka her türlü "Teoman"ı dayatıyor anlayacağınız. Yani, biraz vefasızlık var, biraz umursamazlık. İnsanlar çocukluklarında kulaklarına dolmamış tınılara çok da fazla açık olamazlar. Biz o çocukların kulaklarına dolduramıyoruz artık caz müziği. Ustaları anamıyoruz ki isimleri kalıcı olsun. Yeni nesillere o isimleri miras bırakamıyoruz. "O da kim be abi ?" diyorlar şaşkın şaşkın, isimleri anıldığında. Çok yakın temaslarla içlerinden bakarak söylüyorum ki, ülkemin yeni nesli, "Kerem Görsev" denildiğinde bile, donuk bakışlarında tanımıyor olmanın verdiği rahatsızlıktan dahi oldukça uzak görünüyor. Kaldı ki, verdiğim isim ülkemizin en ünlü caz sanatçısı, program yapımcısı. Tanımıyorlar, çünkü kendine has noktalarda ve sadece meraklısı ile buluşuyor caz. Çünkü belgesellerde, yarışma programlarında, dizilerde ve televizyon şovlarında jenerik olamıyor artık caz. Filmlerin arka planında caz tınıları yok. Dediğim gibi, kulaklara dolmuyor caz tınıları beklenmedik yerlerde. İşinin ehli, usta enstrümanistlerimizi dahi tanıtamıyoruz genç nesle. "Aydın Esen" diyoruz, yine aynı donuk bakışlarla "eee.." diyorlar. "Travis Barker" bir numaralı davulcu bu neslin gözünde.  Ya farklı enstrümanı dinliyoruz, ya da birimiz davul nedir bilmiyoruz. Veya Buddy Rich, Gene Krupa, Joe Morello vesaire dinleyememişler daha önce de, işin daha ayıbı, " Okay Temiz "in adını da bilmemekte ısrar ediyorlar. Virtüöz ne demektir'in tanımını bile yapamayan gençler, orada burada, ne idüğü belirsiz kişiler (güya otoriteler) tarafından ismi pompalanan bir kaç adam sayıyorlar aralarında, "bu gitar virtüözüdür" diyerek.... Sonra "Hasan Cihat Örter" diyorum, sessizlik oluyor. Ayıp da olmuyor her nasılsa bu sessizlikler. Ne ustalara ayıp oluyor, ne de emek verenlere nedense. Ayıp olsa da zaten, onların ayıbı değil bu. Popüler kültürü gözlerinin önüne her fırsatta, her yayında, her an sokan ama biraz işe kalite karıştırmaya gelince, saçma sesine dağılan ördek sürüsü gibi ortadan kayboluveren yapımcıların, kanalların ve organizatörlerin suçudur bu. 

 Tabi ki hala yayında bu programlar, eskiden olduğu gibi hala aynı heyecanla da işini yapıyor emektarlar ancak, ya yayınlandıkları kanallar, ya yayın saatleri ? 4-5 sene önceydi sanırım, Kerem Görsev'in caz programını seyredebilmek için gece yarısından sonrayı beklediğimi hatırlıyorum. Biraz da mecburen, "e hadi bu da olsun" diyerek yayına konulmuş kokusu veren emektar programlar, gecenin kör saatlerinde karşımıza çıkıyor ve büyük ustalar bile ancak özel günlerde hatırlanıyor. Bugün Frank Sinatra'nın doğum günü ve eminim ki televizyonlarda programları yapılacaktır. Haberlerde birkaç riyakar spiker, "büyük ustayı saygıyla anıyoruz !" diyecektir. Ancak yarından itibaren kimseler onu anmayacaktır. O Frank Sinatra ki, benim ortaokul yıllarımda bile hayattaydı ve albüm çıkartıyordu. Efsaneydi, imparatordu, en fazla 20 yıl içinde unutuldu. Onu bize hatırlatmayı borç bilenler de, ücra yerlerde, saçma sapan yayın saatlerine sürüldüler. 

Çikolata renkli sanatçıları bize tanıtan adamlar da yok artık, geçmişin o çok sevilen şarkılarını kendi sesinden gençliğe de sevdirmeye çalışan emektarlar da. Varlar aslında ama, dediğim gibi, nerelerde ve hangi saatlerde. Kaç kere reklamı yapılıyor veya programlarının başlamadan önce ? Ne kadar bütçe ayırılıyor o programlara ? Salvatore Adamo, Johnny Hallyday, Pepino Di Capri, Enrico Macias gibi devlerle tanışmış, konuşmuş, röportaj yapmış, ağırlamış ve onları bu ülkeye tanıtmış adamlar da, üzülerek söylüyorum ki yeni nesil için birer şaka konusu olmuşlar. Çünkü o nesle bu ustalara saygıyı öğretemeyen bir zihniyet, bir politika ve ticari kaygılara saplanmış bir televizyonculuk/radyoculuk bakışı süregelmiş son dönemde. Dolayısı ile, bir üniversite seçip, yoldan geçene " Şevket Uğurluer " , " Sezen Cumhur Önal " veya " Erol Pekcan " deseniz, yine bahsettiğim o donuk bakışlarla muhatap olursunuz ve yine bir utanma veya rahatsızlık gözlemleyemezsiniz. Bir de kültürümüze dönüş safsatasından örülme yelek giydirilir bu kültürel çöküşe ve ondan da biraz bahsetmek istiyorum. Sözüm ona kültürümüze dönüyormuşuz ve bizim kültürümüz değilmiş bu garbın müziği. Biz o müzikle kök salmamışız, yoğrulmamışız ve o müzik bize dayatılmış ya senelerce. Evet tam da bu benim de bahsetmek istediğim. Hem de hemen...

     Caz bizim kültürümüz değil, ona ne şüphe. Aramızda New Orleans'lı veya Chicago'lu yoksa eğer, babası atası zenci olanlar hariç, sanmıyorum ben de bizim kültürümüz olduğunu. Klasik Batı müziği de bizim kültürümüz değil keza. Fransızların o eski ve güzel hafif müzik parçaları da bizim kültürümüzle pek alakalı değiller keza. Değiller kabul. Arabesk tamamen bizim kültürümüz ama, ilahi aromalı rap tam da Türk kültürünün göbeğinden fırlama, hele ki dubstep, technotronic, electro pop... Bunlar atamın dedemin müziği değil mi zibidi Türkiyem ? Adam öyle bir icra ediyor ki 3 perdelik, "o bizim kültürümüz değil, onlar bize dayatıldı" sahnesini, zannedersin gidip evde "dumbıra" dinliyor. Hadi onlar bizim kültürümüz değil dedikten sonra, Klasik Türk müziği sunulsa şapkadan, ona da şapka çıkartacağım, o da bizim kültürümüz olmadığı halde. En azından 600 yıllık bir imparatorluk kültürünün taşlarından biridir diyerek. Halk müziğimizi dinlese o isyanlardan sonra bu kitle, ona da sözüm olmayacak. Ama hayır efendim, Arabesque dinliyor adam hem de en bozulmuşundan, en kokuşmuşundan. Orjinali pek kötü de değildir esasında, keyifli bile olabilir. Hani nefesli, diyaframsız, gırtlaklı, flamenko etkili falan. Yok onun da cıvığını çıkartıp, Anadolu'da yoğurulmuş isotlu Arabesk hamurundan açıyor böreği. Rap dinliyor sevgili gençliğim. 

     Evet böyle devam edelim, o tam da bizim kültür, üstelik kalite had safhada. Ama eski ustaları unutalım, saygı göstermeyelim, adlarını bile bilmeyelim. Türkiye'nin dünya çapında isim yapmış sanatçılarını itina ile görmezden gelmeye devam edelim. Biraz olsun kaliteli müzik yapmaya çalışan programları görünce, hemen bulduğumuz ilk diziye çevirelim kanalı, o saatte yayınlanan bir dizi de varsa eğer, sanmıyorum ya... Ot dolduralım kafamızın içine de, düşünmeyelim aynı zamanda, neden buna sürükleniyoruz, neden soyutlanıyoruz, neden popüler kültüre saplanıyoruz, neden emek harcanan her şey unutuluyor da, bir klavye başında, ne enstrümanistliği bilen ne de vokal olabilen gereksiz ucubeler tarafından yapılan müzikler baş tacı ediliyor, neden Türkçe konuşmaktan aciz adamlar da bunları pompalayıp bize yediriyor diye. Mazallah, düşünürseniz belki değişir, sakın ha !








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder