Bu Blogda Ara

7 Aralık 2012 Cuma

Doğum günü hatırası...

     Daha önce burada anlattığım bir hikayenin kahramanı Dave Warren Brubeck. Dinlediğim ilk caz müzisyeni, caz ile tanışmamın ve sevmemin nedeni olan adam. O günden bugüne de, caz ile tanıştırmaya niyetlendiğim tüm dostlarıma önerdiğim ilk isim. Ayaklı bir tarih, yarım asırdan fazla zamandır zirvede kalmayı başarabilmiş bir kariyer ve caz gibi esnek sınırları olan ve değişime açık bir müzik kültürünü bile kökten değiştirecek hamleler yapmış devrimci bir dahi, bir mucit.

    Resmin alıntılandığı siteye gitmek için...

     1949 yılında ilk kayıtlarını yapmaya başladığını düşünecek olursak, 60 yılın üzerinde profesyonel bir kariyerden bahsediyoruz demektir. Günümüzde 60 günden biraz fazla süren yaz sezonunu adı unutulmadan tamamlayamayan şarkıcıların olduğu düşünülünce, bu kariyere saygı duymak da biraz yetersiz kalacak gibi görünüyor. Çünkü hiçkimse, standart veya vasat hatta bundan biraz daha iyi bir çizgi ile bile bu kadar uzun bir  uluslararası kariyere sahip olamaz. Sadece bu bile, Brubeck'in gerçek bir yetenek ve efsane olduğunu gösterebiliyor.

                         Resmin alıntılandığı siteye gitmek için...
     Bugün aylardan sonra tekrar bu sayfaya gelip, Dave Brubeck ile ilgili bir şeyler karalamak isteme nedenim, aslında bu sayfayı açıp da bu yazıyı okuyacak insanların zaten malumudur. Şu an saat itibarı ile 7 Aralık 2012 ve malesef 2 gün önce, 5 Aralık günü, doğum gününe artık saatler kala, büyük usta 91 yaşında kalp yetmezliğine yenik düşerek dünyaya gözlerini yumdu. Çok da zor değil şu an internet sitelerinin Dave Brubeck ile ilgili yazılar yazdığını, videolar yayınladığını, resimler vererek haber yaptığını tahmin etmek ve yine çok zor değil burada da, 6 Aralık 1920'de doğan Dave Brubeck 91 yıllık yaşamı boyunca şunu yaptı bunu yaptı demek... Ben bunun için başlamadım yazıma. Ben Dave Brubeck bende ne hissettirdi, beni nasıl etkiledi, benim kişisel Brubeck deneyimim nedir, benim perspektifime Brubeck nasıl yansımıştır içerikli birşeyler karalamak ve kendi hislerimi ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

     Müzik tarihinin sayfalarında çok sayıda efsane mertebesine ulaşmış caz müzisyeni var. Saymaya kalksak sonu gelmez. Öldüğünü duyduğum an düşünmeye başladım. Neden daha özeldi benim için Dave Brubeck. Cevap bulmak zor da olmadı aslında. Çünkü Brubeck bir devrimciydi. Bir idealist, bir mucit ve bir bilim adamıydı. Müziği bir bilime dönüştürmüş ve onun matematiği ile ilahi bir mizah anlayışı ile oynamıştı. Herşeyden önce, siyah egemenliğinde bir caz dünyasına beyaz bir bakış getirmişti. Daha erken dönemlerde, New Orleans, Chicago, Swing ve Boogie dönemlerinde, genel olarak siyahların egemenliğindeydi caz. Bu benim çok da şikayetçi olduğum bir durum da değildir aslında, çünkü geneli itibarı ile beyazlar bu işi beceremiyorlardı. Sanırım siyahi dostlarımızın hayal güçleri, cazın esrarengiz ve aksak dünyası ile daha güzel kesişiyor. Bu dönemde, Glen Miller ve Benny Goodman gibi bazı isimlerin, Swing orkestraları ile başarıyı yakalamaları ise, Mainstream caz sever için oldukça populist ve keyifsizdir. Dönemin ABD ortamındaki şartlar ve ırkçılık gerçeği de göz önünde bulundurulunca, bu hareketler biraz da devlet teşvikli olmuş, daha açıkcası, ABD kendi beyaz caz efsanesini suni şekilde yaratmaya çalışmıştı. Her seferinde de başarısız olmuştu. Çünkü Miller ve Goodman gibi isimler bile eleştirildiler, devleşemediler ve daha çok pop yıldızı muamelesi gördüler. Kulaklarda kalan ve dudaklarda ıslıklarla buluşan, hatta TV programlarına jenerik olup günümüze dek klasikleşen eserleri olmadı değil ancak bunlar da birer başyapıt muamelesi görmediler. Beyazlar çok var olmak istedikleri bu piyasada uzun süre yeterli saygı ve ilgiyi göremediler. Ta ki Dave Brubeck'e kadar. 


     Dave Brubeck, hayatında yaptığı en önemsiz iş olsa da, sadece beyaz bir caz kahramanı olmakla kalmadı,  en önemli üç üyesi birden beyaz olan bir quartet (dörtlü) oluşturdu. En enteresanı ise, caz müzisyenleri arasında bilindik neredeyse tüm virtuozler siyah olmasına rağmen, yukarıdaki karede gördüğümüz üç isim birden alanında ilk sıralarda anılan isimler. Hatta davulda Joe Morello, geleneksel olarak en iyi davulcular denildiğinde, çok büyük oranda, Buddy Rich'ten sonra anılan ikinci isim olarak bilinir. Benim kalbimdeki yeri ise birincilik. Bunu Joe Morello üzerine yazacağım başka bir yazıya saklıyorum. Keza Paul Desmond, 53 yaşındaki genç ölümüne karşın, tarihin en saygın saksofonistlerinden biri olarak anılır. Bazı durumlarda Dave Brubeck'i bile hayretler içinde bırakan ve dinleyene teknik olarak imkansız diye sayıklama hissiyatı veren soloları, hepimizin kulağındadır. Gerçekten muhteşem müzisyenlerden kurulu, efsanevi bir quartet. 

     Brubeck, hayatı boyunca caz tarihinde gerçekleşmeyenleri gerçekleştirdi, yapılmayanları yaptı, diğerlerinin popüler kaygılarla imtina ettiklerini cesurca uyguladı ve bu yüzden ben ona mucit ve devrimci diyorum. Bu devrimlerden biri de, gençlere caz dinletme girişimiydi. Jazz to College, bugün bizlere çok normal bir cümle bir yapı gibi gözükebilir ancak, Brubeck'in bu işe giriştiği yıllarda, caz müzik, daha ziyade gece kulüpleri ve publarda çalınan, yetişkinlere hitap eden ve gençlerin eski moda olarak algıladığı bir tarz olarak göze çarpıyordu. Aslında bugün de biraz öyle sanırım... Dave Brubeck, kolejli gençlere de caz dinletmeyi başaran adam olarak kayıtlara geçti. Caz'ın gelecek nesil dinleyici kitlesini kendisi oluşturdu ve o kitle uzun yıllar Brubeck'ten vazgeçmedi. Çıkarttığı dönemde kimseye satamayacağı öne sürülen albümleri bile bu kitleye satmayı başardı. Çünkü o kendi yetiştirdiği bir dinleyici nesline sahipti ve o nesil Brubeck'in devrimciliğine hayrandı. Artık caz için dinozorlar devri kapanacaktı. 


     Caz devinmek ve gelişmek için çok uygun bir platformdu ancak, geçiş yapıldığı iddia edilen dönemler aslında tam anlamıyla birer geçiş olmamıştı. Eski usül caz dünyası, adına değişim dediği bazı küçük modifikasyonlar uygulamıştı ancak, bu küçük değişiklikler aslında kulakta beklenen çarpıcı değişim etkisini vermekten uzaktı. Bugün bile, New Orleans tarzı ile Chicago tarzını dinlerken, neyin kavgasını vermiş bunlar diyebiliyoruz. Veya Swing gibi dev bir külliyatı bile, değişik fakat aslında ağaçtan çok da uzağa düşmemiş bir armut gibi görebiliriz. Tabi ki Dave Brubeck'de swing döneminde ortaya çıkan ve o döneme mâl edilebilecek bir isim olsa da, Cool Jazz dediğimiz devir de biraz da onunla başlar. Swing döneminde bu anlayış biraz yerleşmiş olsa da, caz insanların türlü şakalarla sahnede eğlendirildiği, birbirlerine atıflarda bulunan ve bir kulaktan diğer kulağa sırıtan neşeli adamların hafif alkollü kitleleri ve çiftleri pistte dansa teşvik ettiği bir bar eğlencesinden, daha saygın ve klasik bir formata aslında bu sırada geçiş yapmıştır. Dave Brubeck de bu ekolün öncülerindendir. Çünkü onun müziği, kalkıp dans edilecek eğlencelik bir müzik olmaktan öte, bir klasik müzik şaheseri dinler gibi sandalyenizden kalkmadan sessizce fakat içten bir coşku ile dinleyip, bittiğinde yine de ayağa kalkıp saatlerce alkışlayabileceğiniz kaliteyi sunma iddiasındadır ve bence, milyonlarca hatta artık tüm dünyaca, gerçekten öyledir de...

     Bar müziği salon müziği olurken, gelenekçi diğer bazı komplikasyonlar da ince neşterler ile tedavi ediliyordu, Brubeck ve onun gibiler tarafından. Brubeck, ondan önceki birçok diğer efsanenin aksine, bir virtuoz olarak tanınmamıştır. Çok iyi bir piyano yeteneği olmasına rağmen, ona dünyaca kabul görmüş bir virtuoz muamelesi yapmak kolay olmayacaktır. Kendisini de öyle tanımlamamıştır zaten ben piyano çalan bir besteciyim derken. Evet o bir bestecidir, hem de en iyisinden. Basit ezgiler ve çarpıcı armoniler yaratmanın çok ötesindedir onun besteciliği. Şaheserler, başyapıtlar yaratmıştır. Caz müzik tabularından olan klasik tarz ile barışmış ve müziğini de barıştırmıştır. Çok değişken eserlere imza atmıştır. Bir yarısını diğer yarısından farklı zevk ve lezzet ile dinleyeceğimiz karmaşık ve çarpıcı çizgiler oluşturmuştur. Hepsinden önemlisi, kendi başlattığı çizgilerin yönünü dahi sonradan tayin etmiş ve yön değiştirmekten kaçınmamıştır. Ancak bununla da bitmez Brubeck devrimciliği...


     Caz emprovize yani doğaçlama bir tarzdır. Öyleymiş bir zamanlar. New Orleans döneminde belki. Doğaçlama olmasının bir nedeni de belki, eğitim olarak daha alt seviyeden gelen müzisyenlerin, tab okuyarak değil de, doğal yetenekleri ile geliştirmeleridir bu tarzı. Sonralarda daha eğlencelik ve çerez kıvamında bir çizgi oluşmasına rağmen, bir noktaya kadar emprovize kalmış caz. Dave Brubeck belki de en fazla bu yanı ile ünlenmiştir. Doğaçlama yeteneği tarifsiz ve sınırsızdır. Doğaçlamaya başladığında, insanın kulağında öyle bir hissiyat bırakır ki, sanki o an bir melodiye katkıda bulunup basit birkaç nota ile geliştirmiyor da, çaldığı eseri unutup, seyirciye de mahcup olmamak için, tevazu içerisinde yeni bir eseri hata yapmaksızın besteliyor gibi... Bu yüzden belki de, Take Five araması yaptırdığınız zaman, onlarca     hatta yüzlerce Take Five çıkıyor karşınıza ve siz her birini dinlerken yeni bir serüvende buluyorsunuz kendinizi. Her seferinde yeni bir lezzet, yeni bir heyecan var ve bu beklentiyi yükselttikçe, o yeni beklentileri karşılayabilecek kapasitede bir adam sayesinde 60 yıldan fazla süren bir rüya etkisi yaratıyor Brubeck'in müziği. Öyle bir rüya ki, henüz 2 gün önce uyanabildik...

     Yine bitmek bilmeyen bir devrimci ruh ve yıkılan klişeler kendini gösteriyor 1959 senesinde. 4/4 lük klasik caz vuruşlarına da bir çalım atıyor Dave Brubeck. Türkiyeyi ve doğu ülkelerini ziyaret etmeyi seven bu ülkelerin müzikleri ile de uğraşan bir deha dokunuyor caz klişelerine. Bu gelişim kendini bir Paul Desmond bestesi ile gösteriyor. Önceleri çok eleştirilen, kimseye satmaz denilen, burun kıvırılan bir albüm Time Out. Burun kıvıran ve eleştirenler sanırım sonrasında kafalarını saklayacak delik bulmak için nereye kaçacaklarını bilememişlerdir zira albüm halen dünya tarihinin en çok satan caz albümlerinden biri. Şarkı, yine ezber bozan, duvar yıkan bir devrim. 5/4'lük vuruş, aslında net olarak Türkiye'nin batısı ve balkanlarda yaygınca kullanılan 9/8'lik vuruşun ortadan ikiye bölünmüşü. Tabi ki ustalık, bu diyarlarda darbuka ile ve parmaklarla icra edilen bu ritmi, davul setine uyarlamakta. Davul çalmaya çalışırken her Take Five denememin küfürle sonuçlanmasının nedeni de bu olsa gerek. Veyahut da, Take Five çalmak için bir Joe Morello olmak gerek... Bilemedim. En nihayetinde, burada kalkıp da, caz tarihinin en ünlü, en çok bilinen ve en iyi şarkısı Take Five'dır desem, itiraz edenler kesinlikle olacaktır ancak eminim ki 1- azınlıkta kalacaklardır 2- o itiraz sahipleri bile Take Five'ı, üç manada da ilk beşlerinde sayacaklardır. Albümün bir diğer devrim yaratan eseri, Blue Rondo A-la Turka. Klasik esintisi olmasına rağmen yine kırık doğu ritimlerini, bir de üstüne üstlük caz perspektifinde buluşturan, dinlerken insan da, yine, bunun arkasında bir dahi olmalı hissiyatı uyandıran bir şarkı. Ve yüzyılın müzik devrimcisi Dave Brubeck...

     Blue Rondo A La Turk, Mozart'ın Rondo A La Turca'sından esinlendiği zannedilen bir şarkı olmasına rağmen, Dave Brubeck bunu reddedip, "Adına sadece Blue Rondo desem daha iyi olacaktı" demiştir.


     Dave Brubeck için birşeyler söyleme isteği bitmiyor. Ben de uzattıkça uzatmak istiyorum ama her güzel şeyin de bir sonu vardır. Dave'in de olduğu gibi. Ben arkasından en azından, onun için, caz'ın başına gelen en güzel şeylerden biri diyebiliyorum. Daha önce başka eleştirmenlerin de başka şekillerde dile getirdiği muhteşem bir tespiti de eklemek istiyorum. Dave'in sırrı, çığır açan bir karmaşayı, çocuğun bile algılayacağı bir sadelikle sunarken, zerafetten ve yumuşak dokunuşundan ödün vermemesidir. Devrimlerini, sindirilebilir dozlarda tutarken, değişimden asla vazgeçmemesidir. Dinamik  olmasına rağmen durağan görünen sahne performansı esnasında, daima bir müzikal fikir üretip onu daima harekete geçirmiş ve mucit tarafı asla dur durak bilmemiştir. Swing, Cool ve Fusion için ayrı ayrı altın değerinde eserler bestelerken, bu tarzlara, onların yankılarına, isimlerine ve şekillerine takılmayıp, dönemine uygun gelişimle her seferinde sadece iyi müzik ve iyi beste yapmasıdır. Onun tarzını kategorize edecek olan, bizler gibi dehasını ancak anlamaya çalışan ve yaptığı müziği hayranlıkla dinleyenler olacaktır. O kendini kategorize etmemiş, müziğini kalıplara sığdırmamış, şekillere sokup adını koymamış, bunun yerine bilinen kalıpları, şekilleri ve ezberleri yıkmış, bu sayede de 60 yılı aşkın süre güncel ve zirvede kalmıştır.

     Hepsinin ötesinde, bir de kişisel tavırları ve duruşu var ki, ona ayrıca bir yazı ayırmak gerekecektir. Ben defalarca Türkiye'ye gelmesine rağmen, üzülerek söylüyorum ki, gidip dinleme fırsatı bulamadım. Bazen gidecek param olmadı, bazen de çok ters zaman denk geldi. Bir keresinde bileti bulma imkanım olmasına rağmen gidememiştim. Ancak giden arkadaşlarımın deneyimlerini paylaşınca, o çapta bir efsaneye göre fazlaca tevazu, seyirciye saygı ve ahlaki değerlere iyeliğin farkındalığı insanı şaşırtıyor. Soğuk görüntüsüne rağmen, canlı kayıtlarında da görebiliyoruz ki aslında eğleniyor ve eğlendirmeyi de seviyor. 

     Dave Brubeck, kısaca, bir efsane, bir dev ve örnek bir müzisyendi. Populist kaygılardan çok müziği ile ilgilendi. Ne de olsa saygısızlığın prim yapmadığı, ahlakın değer sayıldığı bir devrin adamıydı. O caz'ın babasıydı ve caz şimdi gerçekten de öksüz kaldı...


Daha önceleri resmi yayıncı tarafından yayınlanmayan videoları paylaşmama geleneğim olmasına rağmen, Dave Brubeck'in ölümünün arkasından yayıncısının finansal kaygılarını çok da umursayamayacağım. Eminim ki Brubeck yaşarken yeterince kazandırmıştır. :)

    











Caz dinlemeye başlamama neden olan Dave Brubeck'e bir borcum olduğunu hissediyordum. Bu yazıyı yazıp değerli şarkıların videolarını ekleyerek ne ben borcumu ödeyebildim, ne de dünya kaybettiği hazineyi geri kazanabildi ancak en azından ölümünden sonra anılmasına bir katkıda bulundum. Dave Brubeck, bize doğum gününe saatler kala kötü bir hatıra bıraktı aslında. Ancak benim onunla ilgili hatırlamak istediğim daha güzel hatıralarım var. Belki de milyonlarca insan aynı adam ve aynı şarkı ile başladı caz dinlemeye. Umarım ki milyonlarcası daha aynı hatırayı paylaşır...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder