Bu Blogda Ara

11 Ocak 2013 Cuma

Zor bir tercih olarak "Caz" ve Uraz !

Yaklaşık bir sene önce, yani bu Blog'da yazılarıma ilk başladığım dönemlerde yazmış olmam gereken bir tanıtım yazısı, şu an dokuz aylık bir gecikme ile geliyor. O sıralar, ben de aylarca bu sayfadan uzak kalmayı beklemiyordum ancak elde olmayan bazı sebeplerle sayfam da, o dönem hazırladığım tanıtılacaklar listem de uzun süre öksüz kaldı. Şimdi bu denli bir gecikmeden sonra ele alırken de, zor bir tercih olarak altını çiziyorum Caz'ın. Görev bilerek de, özellikle yerli müzisyenlerin albümlerini tanıtırken, sıkılmaksızın her defasında altını çizmeye devam edeceğim. Fakat caz zor bir tercih olsa da, kendini bu klasmanda yarışmaya hazır hisseden her eğitimli müzisyen, bir şekilde bu patikayı seçiyor. Bugün de, 2012 yılının Mart ayında piyasaya çıkan albümü "Pieces" ekseninde, Uraz Kıvaner'den bahsetmek istiyorum. Her ne kadar bu süre zarfında, zaten caz müziğe gönül veren tüm dinleyiciler bu albümü duymuş, almış, dinlemiş hatta sanatçının çeşitli aktivitelerine katılıp canlı olarak deneyimlemiş bile olsalar, iki satır da benim bahsetmemde bir beis yoktur sanırım. 

Yeni bir albüm ve sanatçının ilk albümü "Pieces", dolayısıyla ben de öncelikle, kısaca Uraz Kıvaner'den bahsetmek isterim. Malum Vikipedi misyonum yok, o yüzden de çok kısaca... Öncelikle 1979 doğumlu Kıvaner, yani aynı sene doğmuşuz. Müzik eğitimini de Bilgi Üniversitesi'nde tamamlamış. Hele ki okuduğu dönem göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye şartlarında oldukça prestijli bir bölümde okumuş. Yazının sonunda bağlantısını vereceğim resmi internet sitesinde de görebileceğiniz gibi, son on yılda, gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında önemli müzisyenlerle birlikte çalışmış ve önemli takvimlerde boy göstermiş. Oscar Peterson ilgisi beni cezbeden başka bir yanı oldu Kıvaner'in. Piyano tekniği olarak Oscar Peterson'a ne kadar benzediğini ben yargılayamayacağım, o kısmı piyano duayenlerine bırakıyorum ancak, şarkı söylerken gerçekten de bir Chet Baker rüzgarı estiriyor diyebilirim. Dolayısıyla da gelecekteki albümlerinde daha fazla vokal performans dinlemeyi umuyorum. 

 Her albümde olduğu gibi, burda da kişisel olarak beğendiklerimi ve beğenmediklerimi aktarmaya çalışma niyetindeyim. Beğendiklerimin başında ise en subjektif bakış açımla, kadro geliyor. Mevcut Türkiye piyasasında, Ferit Odman davul çaldığı zaman daha bir kulak kesiliyorum albüme. Bunu daha önce de, aynı subjektiflikle belirtmiştim. Yazının devamında da bundan tekrar bahsetmek niyetindeyim.  Bence genç neslin en iyi davulcularından ve çaldığı albümde dokunuşunu hissedebildiğimiz bir isim. Bir davulcu için de en önemlisi zaten bu hissiyattır. Dünya devlerinin albümlerinde, müziğin içinde eriyip giden ve varlığını hissedemediğimiz davulculara denk gelebiliyoruz. Ancak Ferit Odman katkıda bulunduğu her albüme, imzasını olmasa da parafını bir yerde ve bir şekilde atıyor. En yakın örneği ile, bu albümde, "I fall in love too fast" dinlerken, fırça ve gölgelendirmelerden başka bir şeye odaklanmak benim için zor oldu.

Keza Resurrection'ı dinlerken de, verilmek istenen Anadolu havasına dair kişisel fikrimden münferit, bu havayı verme konusunda Odman'ın imzasına dikkat çekiyorum. Bu caz ile diğer türevler arasında gidip gelen çizgileri yakalama ve farklı mezurları bağdaştırma konusunda, bir "Joe Morello" hakimiyeti hissettiriyor desem, çok da abartmış olmam sanırım. (abarttıysam da efsane bir isim ile abarttım, arif olan anlar yahu) Yine de, ben neresinden bakılsa fazlasıyla tutucu ve subjektif adamımdır, siz kendi kararınızı verirsiniz. Tabi kadro kalitesi Ferit Odman ile sınırlı kalmamış. Yine başka duayen isimler girmiş devreye albüm oluşurken. Bir tanesi de, tekrar keyifle bahsedecğimiz Ozan Musluoğlu. Benim albümde en çok beğendiğim (kendi kompozisyonları içinde) parça olan "Escape" ile Ozan Musluoğlu'nu takip edin ve lütfen herhangi bir ABD'li (caz'ın anavatanı olduğu için örnekledim) duayen selefinden bir eksiğini göreniniz olursa, beni de bilgilendirin. Caz'ı hissettiren ritim  ise ve ritim de davul ve bas ikilisinin marifetiyse, albüm zaten şu noktada galip başlıyor serüvene. 

Bu ikiliyi zaten yakından tanıyor ve biliyoruz ve ikisinin bir arada olduğu çalışmalarda ritim hissiyat kazanıyor diyebiliyorum şahsen. (siz de deseniz fena olmaz hani) Bu albümde de aynısı gerçekleşmiş. Ritim hissiyat ve şahsiyet kazanmış. Buna ayrıca, genç (aramızda bir yaş olduğuna göre ben de genç sayılırım hala) ve oldukça yetenekli bir saksafonist katılıyor. Engin Recepoğulları. Sanırım, "Escape" ben de böyle güzel bir etki yaratırken, onun dinamizminin de rolü büyük oldu. Bu kadroya benim kulağımın aşina olmadığı ve yorumlarımın geçersiz olacağı bir enstrüman olan bağlama ile İsmail Altunsaray eklenmiş bazı parçalarda. Onun da yetenekli bir enstrümanist olduğunu ve alanında söz sahibi olduğunu biliyoruz tabi ki ancak ben bir yorum yapmaktan çekiniyorum zira tınısına yabancıyım sazın. 

Albüm hakkında ayrıca bir iki satır eklemeden önce, tabi ki eleştirimi önden sunuyorum. Albüm konsept bir albüm ve ben biraz irkiliyorum bu konsept albüm havasını sezince. Daha önce Cem Adrian ile ilgili yazımda yazdığımı aynen tekrarlıyorum. Ben kendi adıma, sanatçının müziği ile ilgileniyorum. Sanatçının beni bu dünyadan alıp, kendi yarattığı müzikal dünyaya götürüp, orada yaşattığı keyifli dakikalar ile beynimi dinlendirmesidir benim için aslolan. Bu yüzden de, gerçekten sanatçının mesajı zerre kadar ilgimi çekmiyor. Çünkü her ademoğlu gibi, kendine özgü fikirleri, ilgi alanları ve bakış açıları olan bir bireyim ve bir müzisyenin ne siyasal ne felsefi ne de hayata bakış açısı ile ilgili düşüncelerine hayranlık duyarım. Benim için hayranlık duyulacak olan müziğidir. Dolayısıyla herhangi bir kişiye münhasır fikir hissiyatı beni veya başka bir dinleyiciyi itebilir. Müzik de şiir gibidir benim nazarımda, sanatçının yazarken/bestelerken ne düşündüğü değildir önemli olan, dinleyiciye ne hissettirdiğidir. Dolayısıyla da, çok derin anlamlar yüklenecekse, bu misyonu dinleyiciye bırakmak lazım diyorum. Tabi bu eleştiri de, yumuşak ve esas değil de usul için yapılmış bir eleştiri. Bunun dışında, albümdeki ritim çeşitliliği ve tarz eksikliği sorununu gündeme getirirdim zira caz'ın bir çok evresine dair ritimler bulmak mümkün. Ancak Uraz Kıvaner buna zaten gereken cevabı vermiş ve ilk albümümde değişik tarzları bir araya getirmek istedim şeklinde açıklamasını yapmış. Dolayısıyla da bu eleştiri yapılamadan tarihe gömülüyor.

Albüm iki adet çok bildik caz parçasının yanı sıra altı tane yeni kompozisyondan oluşuyor. Klasiklerin ilki, Chet Baker ile özdeşleşmiş "I fall in love too easily" diğeri ise her efsane vokalin en az bir kez süzgecinden geçmiş olan bir caz standardı; "Body and Soul". (Ella'dan iyi söyleyen var diyorsanız kavga ederiz) Albümün bazı parçalarında Anadolu motifleri kullanılmış. Anadolu mozaiği ile ilgili bir şeyler söylerken de yine biraz tereddüt ediyorum. Çünkü aynı sorunsalın devamını yaşıyorum. Ben o ezgilere çok da hakim değilim. Bilmiyorsam da, -muş gibi de yapmamayı tercih ederim. Ancak dinlerken yarattığı hissiyat, bana tekrar iyi müzik dedirtiyor. Bunun dışında, Uraz Kıvaner'in piyanosu çok keyifli ve pürüzsüz. Sesi de, kendisi pek beklentiyi düşük tutar tarzda konuşsa da, keyif verici. Burada bağlantısını paylaşacağım televizyon programında, "My funny valentine" adı geçmiş bir öneri olarak ancak ben yine Chet Baker ile özdeşleşmiş başka bir parçaya odaklandım Uraz Kıvaner için... "Look for the silver lining." Bayılıyorum zaten öneri vermeye, sanki birileri dinleyecekmiş gibi. Albümde bahsedilmesi gereken bir detay da, "Song for T.Ö." isimli parçanın küçük hikayesi. Tuna Ötenel için bestelemiş bu parçayı Kıvaner ve kendisi Ötenel'den tüm bir üniversite eğitimde öğrendiğinden fazlasını öğrendiğini söylüyor. Bir ustaya vefa borcunun saygı ile ödenmesini de en basit tanımı ile "takdir ediyorum".

Sonuç olarak, Louis Armstrong damgası olarak anacağımız kısa yoruma geçersek, bence "iyi müzik" ve zor bir tercih olarak caz, Uraz Kıvaner için iyi bir tercih olmuş. Tipsiz bir adam olarak eminim ki, onun kadar şemalim düzgün olsaydı, ilk tercihim caz olmayabilirdi. ()

Sanatçı iyi, kadro iyi, albüm keza iyi ve yine her yerli albüm gibi fiyat/kalite performans testinde almayanı ciddi anlamda tartaklarlar etiketi ile aşağıda satış bağlantısını bulabiliyorsunuz. Uraz Kıvaner'e de aynı güzellikte yeni bir albümünde "Look for the silver lining." dinlemek istediğimi(zi) tekrar (baskı olmaksızın) iletiyorum(uz). 


1- Song for T.Ö.
2- Respect Loneliness
3- Escape
4- Body and Soul
5- Deep Thoughts
6- I Fall in Love too Easily
7- Resurrection
8- Anadolu Ballad






5 Ocak 2013 Cumartesi

Kazara caz !






     Caz vokalisti olmak zor iştir bence. Sadece sesiniz değildir önemli olan eğer caz söylüyorsanız. Yüz yılı aşkın zamandır süregelen bir geleneğin sert çarkları öğütecektir sizi attığınız her adımda, sarfettiğiniz her cümlede ve seçiciliği keskin bir kitlenin sert bakışları altında hissedeceksinizdir kendinizi; sanki yaptığınız ilk hatada yerde yere vurulacakmışcasına. Caz bir tarz alanıdır, duruşun, görünüşün yanısıra, nasıl konuştuğunuzun ve nasıl hareket ettiğinizin de ince elenip sık dokunduğu bir kulvardır. Kimseye benzememek yolunuzu tıkar bazen, kendi tarzınızı kabul ettirmenin zorluğu ve temelden inşa edilen bir imaj yanısıra yepyeni bir ekolün yankı bulması... Bazen de birilerine çok benzersiniz ve taklitçi damgası ile kafeslenir caz kariyeriniz daha başlarken. Bütün bunlardan sıyrılarak adınızı bir yerlerde duyurabiliyorsanız da, zaten eleştirilecek çok fazla şey kalmamış demektir. Bugün burada bahsedeceğim isim, hayatın engel dolu kavislerinden de, caz kariyerinin sabit kukalarından da aynı zerafet dolu slalomlarla sıyrılmış ve üçüncü albümünü de çıkartarak kendine caz dünyasında güzel bir yer edinmiş bir isim. Melody Gardot.

En başından anlatmak istiyorum hikayesini. Çok huyum da değil aslında hikayeleri veya körün gördüğü, sağırın duyduğu klasikleri sıralamak ve ansiklopedik satırlar sarf etmek fakat Melody Gardot'un hikayesi bir kez daha üzerinden geçilmeye değer. Aslında dokuz yaşında başlamış Gardot'un müzik serüveni. Aldığı dersler sonrasında, yerel bazı eğlence mekanlarında piyano da çalmış henüz küçük sayılabilecek yaşlarda. Ancak 2003 yılında, henüz 18 yaşındayken hayatını düz giden çizgisinden çıkartıp kırık bir makas ile eğri bir raya oturtacak olan kaza gelmiş başına. Kırmızı ışıkta geçen dikkatsiz bir sürücünün ona çarpıp kaderine terketmesi sonucu, leğen kemiği kırılmış ve daha da kötüsü beyninde oldukça ciddi hasar oluşmuş. Bu hasar sonrası hali için, kendisi, "biraz olsun bitkiye dönmüştüm" diyor. Bir yıl boyunca yatağa çakılı kalmasına neden olan kırığın vereceği acı ve sıkıntılar bir yana, beyninde oluşan hasar nedeniyle yaşadığı hafıza problemleri, ışık ve sese karşı aşırı hassasiyet gibi büyük sorunlar, belki de en beklenilmedik şekilde onu müziğe ve tekrar hayata bağlamış. Müziği bir terapi ve tedavi aracı olarak kullanan Gardot, leğen kemiğindeki kırık nedeniyle piyano çalamadığı için, yatağında da çalabileceği bir enstrüman olan gitar ile devam etmiş müzik serüvenine. İlk başlarda doğru kelimeleri seçerek konuşmasını ve iletişim kurmasını bile etkileyecek derecede büyük olan travmasına da müzik yolu ile çözümler üretmiş. Bir süre sonra ise şarkı söyleyerek katettiği yolun sonunda, sağlıklı cümleler kurabilir hale gelmiş. Sese karşı olan hassasiyeti nedeniyle de gürültülü müzik türlerini dinleyemediği için, terapi süresince daha yumuşak armoniler ve hafif ritimlerle örülü olan latin caz dinlemiş. Stan Getz albümleri eşliğinde devam etmiş tedavisine. Şimdi ise, hala var olan ışık duyarlılığı yüzünden takmak zorunda kaldığı güneş gözlüğü ve leğen kemiğindeki kırığın yadigarı olan bastonu dışında, sağlığı oldukça iyi görünüyor ve müzik yapmaya devam ediyor. 

     İlk çalışmalarını hastahanede, tedavi süreci sırasında oluşturan Gardot, bunları daha sonra kaydedip radyolarda yayınlayarak başlamış kariyerine. 2008 çıkışlı Worrisome Heart ve 2009 çıkışlı My One and Only Thrill adlı albümlerinden sonra, tabi ki benim bu yazımın da nedeni olan 2012 çıkışlı ve The Absence isimli yeni albümünü yayınlamış. Aslında albümün çıkış tarihi 2012 Mayıs ama sanırım benim tembellik alışkanlığı yine sirayet ediyor. 2012 başlarında bir kenara not aldığım ve hakkında birşeyler yazarım dediğim albüm ve sanatçılara bakınca da, 2013'ün ilk yarısında kimse albüm yapmasa da malzemem hazır diyebiliyorum. İşte tam da o kadar tembelim. Konuya dönersek, ve konumuzun hala caz olduğunu kabul edersek, Gardot'un albümü caz sahillerinin daha yumuşak ve naif bir kıyısına vuran sakin dalgalar gibi. Bazı vokaller güçlü ve burçlardan yankılanan otoriter sesleriyle yaratır titreşimlerini, bazıları ise sakin tonları ve insana huzur veren tarzlarıyla. Melody Gardot, bunların içinde ikinci guruba dahil görünüyor. Ama dahil olduğu tarzın da hakkını veriyor kanımca. Caz içerisinde düşünülecekse, Latin çizgisi çok ağır basan bir müzik yapıyor Gardot. Bir yanıyla da, bir caz albümünden çok, 1950'lerden bir Fransızca hafif müzik albümü rüzgarı estiriyor kulaklarda bazen. 

      Müzik oldukça yumuşak, ritimler genellikle Latin ve hatta Bossa Nova etkisi taşıyor. Gardot'un gitarının ve kulak okşayan Latin ritimlerinin dışında, müzikal beklentiyi aşağıda tutmak gerekiyor biraz dinlerken. Ancak vokal tüm günlük stresinizi üzerinizden alabilecek kadar hoş ve rahatlatıcı. Melody Gardot, geçirdiği kaza ve sonrasındaki iyileşme süreci boyunca edindiği erdem ve sabrı müziğine de yansıtırcasına sakin ve şefkatli dokunuyor müziğe, sesiyle. Dolayısıyla ben de, iyi müzik diyorum. Monterey Caz Festivali de benimle aynı fikirdeymiş ki, 2012'de Gardot'a sahne ayırmış. Ya da, ben Monterey Caz Festivali ile aynı fikirdeyim diyelim, daha mütevazi görünsün. 

     Yazımın başında gevelediğim kriterleri üzerinde taşıyor Gardot, tüm bunların yanında. Duruşu ve tarzı ile bir caz vokalisti olmanın gereklerini şapkasının içinde tutuyor ve ben geleceğin divalarından olurum diye fısıldıyor, çığlıklara tahammülü olmayan kulak hassasiyeti yüzünden. Aşağıda bu albümün kapak resmi, şarkı listesi, satın alma linki, Melody Gardot resmi internet sitesinin bağlantısı ve resmi YouTube profili tarafından yüklenmiş bir kaç tanıtım görseli paylaşıyorum. Kalanını keşfetmek size kalıyor. Ben bir iki parçadan bahsedeyim yine de... La Vie En Rose, klibi ile, bir reklam mizanseni taşıyor ve anladığım kadarı ile bir mücevherat firmasının tanıtımını içeriyor. Ancak çokça dinlediğimiz ve sayısız ünlü ses tarafından seslendirilmiş bu muhteşem klasiğin, yine dinlemeye değer bir yorumu. Bu şarkıya ait görsel kendi internet sitesinde de bulunduğundan, yükleyiciye bakmaksızın YouTube bağlantısını veriyorum. Son albümünden bir parça ise, Mira ve resmi olmayan yükleyiciler tarafından paylaşılmış görselleri internet üzerinde mevcut olsa da, ben burada paylaşmıyorum. Bir çok parçada, Latin Caz teması olmasına rağmen, ara namelerini scat ile renklendiriyor Gardot. Mira da bunlardan biri. Kendi sakin tarzı içerisinde bence oldukça da hoş duruyor bu renkler ve bu anlamda da benim beğenimi kazanıyor. İnternet sitesinde bir de turne listesi var ancak henüz o listede Türkiye malesef yok. Sanırım bunun temel nedeni, albümün orta ve kuzey Avrupa müzik listelerindeki başarısı zira turnenin ağırlığı bu bölgelerde konuşlanmış. Albüm ayrıca Birleşik Devletler'de de caz albümleri listelerinde 1. sırayı görmüş.

     Albümdeki şarkıları vereceğim bağlantıdan tek başına da satın alabiliyorsunuz ancak 11. şarkı, Iemanja, sadece albüm ile birlikte geliyor. Tek başına satışı yok. 

    Uzun lafın kısası, daha hafif ve yumuşak caz esintilerinden hoşlananlar için ideal bir albüm olmuş. Bir de kendiniz deneyin.

     Bahsetmeseydim çatlardım, internet sitesi üzerinde verdiği parça tanıtımları, parça ile ilgili en ufak bir fikir vermekten bile uzak olacak kadar kısa. Zaten girişten itibaren çok zaman kaybeden şarkılar, daha başlarken sonlanıyor. En azından şarkının ortalarından kesitler verilseydi, daha fazla fikir edinilecek bir halde olabilirlerdi diyorum. 


1- Mira
2- Amalia
3- So Long
4- So We Meet Again My Heartache
5- Lisboa
6- Impossible Love
7- If I Tell You I Love You
8- Goodbye
9- Se Voce Me Ama
10- My Heart Won't Have It Any Other Way
11- Iemanja